Herkese merhaba Frizbi Tv okuyucuları. İzlediğim en iyi Türk filmleri listesinde olan Kurak Günler incelemesi ile karşınızdayım. Yönetmen koltuğunda Emin Alper’in oturduğu, başrollerini ise Selahattin Paşalı ve Ekin Koç’un paylaştığı film sinemalarda. Filmin başlamasından bitişine kadar, içime neyin oturduğunu bilmediğim bir his vardı. Uzun zamandır “gerçekleri” bu kadar yalın ve süslemeden uzak anlatan bir film görmedim.
Film, kuraklık ile boğuşan bir taşra kasabası Yanıklar’da geçiyor. Kasabaya yeni atanan savcı Emre’nin (Selahattin Paşalı) gazeteci Murat (Ekin Koç) ile birlikte kasaba halkına, belediye başkanı ve çevresine karşı mücadelesini anlatıyor. Kasabanın ortasındaki obruk ve akabinde oluşan “uçurum” kirli ve aydınlık zihinlerin arasındaki uzaklık gibi. Film şiddete, cahilliğe, sürü psikolojisine, paranın getirdiği yersiz özgüvene ve en önemlisi adaletsizliğe odaklanmış. Bütün bunların kararttığı zihinlerle, gerçeğin savaşı Kurak Günler.. Doğrunun değil, gerçeğin. Çünkü karanlık zihinlerin göremediği, doğrular değil gerçeklerdir. Doğru, insandan insana göre değişir fakat gerçek tektir.
Çiçeği burnunda savcı Emre, büyük bir heves ve istekle geldiği Yanıklar kasabasında işlerin hiç yolunda gitmediğini anlar. Adeta bir cehennem olan bu kasabada eğitimsizliğin, sürü psikolojisinin, kendi gibi olmayanı ayrıştırmanın, nefret dilinin en üst noktası ne ise o yaşanıyor. Kasabaya, suyun gelmemesi, doğanın ve hayvanların zarar görmesi ve halkın yetersiz beslenmesi hakim. Fakat halk, paranın gücünü elinde tutan belediye başkanı Selim’in dayanağı olmayan tüm vaatlerini gerçek sanıyorlar. Kendi evinde su deposu bulunan belediye başkanı, kasabaya su gelmemesini umursamıyor. Yanıklar halkı öyle bilgisiz ve ezilmeye öyle alışmış ki.. Şiddetten başka dil bilmez, kendilerinden başkasına tahammül etmez olmuşlar. Kendilerinden farklı kimseyi görmek dahi istemiyorlar.
Başkanın oğlu ve çevresi, kendilerine göre bir eğlence anlayışı bulmuşlar. Anlayış dediğime bakmayın. Kimsesiz ve zihinsel engelli Pekmez adındaki kızcağızı taciz ve tahmin edeceğiniz üzere istismar etmek zevkleri.. İnsan diyemeyeceğimiz bu tipler, sokaklarda ateş açılmasının, hayvan avcılığının, avladıkları hayvanın kanlarıyla (!) yollara izler bırakmanın normalliğini eğlence sanıyorlar.. Böyle kirli bir zihniyete karşı mücadele etmek suya yazı yazmak gibi. Emre ve Murat, böyle kafalarla savaşırken hedefin ilk önce kendileri olacağını hesapladılar. Fakat böylesini de beklemiyorlardı.
Farklılıklarından dolayı kasabada ahlaksız olarak mimlenmiş Murat ise, geçmişi ve geleceği umursamadan Emre’nin büyük destekçisi oluyor. Murat, hayatın sillesini yemiş, kaybedecek bir hayatı daha kalmamış biri. Emre ise kendini bulmanın ve kendi olmanın en zor yolunu deneyimliyor. Birbirini tamamlayan bu ikili, mutlu olmak için bir kaçış yolu arıyor.
Selin Yeninci, kasabanın hakimi. İnsanlara üstten bakan, daha önce kasabada olmuş olayların peşine düşmemiş ve eğitimli olmasına rağmen sığ düşüncelere sahip. En tehlikeli olan da budur, ruhunu ve karakterini sürüdeki koyun yapmak.. Sakin sakin konuşması, çıldırtıcı imaları, kendi bildiğini okumaya çalışması ile müthiş sinir bir karakter. Selin Yeninci muhteşem oynamış..
Eğitimsiz bir halkın en belirgin özelliklerinden birisi yaptıkları şiddet içerikli eylemlerdir. Birinin evini taşlamak, meşale yakmak, yuhlamak ne ararsanız. Sosyal medyadaki linç kültürünün fiziksel ve ilkel olanı filmde anlatılan. Bir de mutsuz hayatlarının acısını gücünün yettiğinden çıkarmaya çalışmak.. Bir de bütün bunlara sebep “neden” diye sormamak. Çaresizliği kabul edip bunu değiştirmeye çalışmanın günah ve yanlış olduğunu sanmak… Kendilerine tutulan aynayı zorla kırmaya çalışmak.. Çünkü acıtan, gerçekleri başkasının onlardan önce görmüş olması.. Doğru söyleyeni de dokuz köyden kovmaları bu yüzden. Onlara öğretilen yanlışları değiştirmeye çalışmak yerine, başkalarına kendi yanlışlarını kabul ettirmeye çalışmak istedikleri..
Aslında sayfalarca yazmak anlatmak istiyorum. Fakat hepiniz izleyince konuşmadan da anlaşacağız. Çünkü çoğu sahnede konuşmadan anlaştık filmle. Sonunda, obruğun iki tarafında duran iki ayrı zihin var.. Ve iki uç tarafın insanlığa açtığı o uçurum.. Ne yazık ki “İnsanlık çok ilerledi, artık görünmüyor.” İnsanlığın gözle görüldüğü, kuraklığın yalnızca doğada değil zihinlerde de olmadığı o günlere..
Yorum yok